top of page

EKONOMİK KRİZ VE EMEK MÜCADELESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Kemalist Kıbrıs
    Kemalist Kıbrıs
  • 27 Eki 2022
  • 4 dakikada okunur

YAZAN: Yıldırım KOÇ (Konuk Yazar)




Türkiye ekonomisi giderek derinleşen bir kriz yaşıyor. Kişi başına milli gelir

(gayrisafi yurtiçi hasıla-GSYH) düşüyor. Merkezi yönetim bütçesi (devlet bütçesi)

büyük açıklar veriyor. Devletin iç borçları hızla artıyor. Devletin ve bir bütün

olarak Türkiye’nin dış borçları ve bu borçlar için ödediği faiz yükseliyor. Dış

borçlanmada ödenen faizin belirlenmesinde önemli olan risk primi (CDS) çok

yüksek düzeylerde. Hane halklarının kredi kartı borcu ve tüketici kredisi borcu

ve bu borçların taksitlerinin ödenmesindeki aksamalar artıyor. Bankaların

kredilere uyguladığı faiz oranı yüksek. Enflasyon oranı, Türkiye İstatistik

Kurumu’nun güvenilmez verilerine göre bile, yükseliyor. Özellikle Yurtiçi Üretici

Fiyatlarındaki artışla Tüketici Fiyatlarındaki Artış arasındaki büyük farkın

önümüzdeki aylarda tüketici fiyatlarına yansımasıyla, enflasyon oranı yüksek

düzeyde seyretmeye devam edecek. Türkiye’nin dış ödemeler dengesindeki

açık (cari açık), çeşitli girişimlere ve vaadlere rağmen, artarak sürüyor. Bu da,

önümüzdeki dönemde Türk Lirası’nın değer kaybının süreceği ve belki de

hızlanacağı anlamına geliyor. TÜİK’in güvenilmeyen verilerine göre bile, iş

arayan ve iş aramayan ve ancak çalışma niyetinde ve yeteneğinde olan işsizlerin

sayısı artıyor. Özellikle üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı hızla

yükseliyor.


Bu konulardaki verilerin büyük bölümü, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe

Başkanlığı’nın her hafta yayımlanan “Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler

ve Genel Görünüm” raporunda yer almaktadır (

https://www.sbb.gov.tr/turkiye-ekonomisinde-haftalik-gelismeler-ve-genel-

gorunum-08042022/ ).


Türkiye ekonomisinin bu krizi, yıllardır uygulanan ve nüfusun ancak küçük bir

bölümünün çıkarlarına yarayan ekonomik politikaların sonucudur. Ancak dünya

ekonomisinde son yıllarda meydana gelen büyük değişiklikler ve ayrıca dünyada

Rusya-Ukrayna savaşıyla başlayan yeni kamplaşmanın ve savaşın doğrudan

etkileri de Türkiye ekonomisinin sorunlarını artırmaktadır.


Bu sorunların aşılmasında izlenmesi gereken yol, Atatürk’ün bağımsızlıkçı,

devletçi, halkçı, milliyetçi, devrimci çizgisidir.


Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde tam olarak uygulanan bu anlayışla, 1938

yılında Türkiye’nin ulaştığı ekonomik, siyasal, kültürel düzey, başka ülkelerin

birkaç yüzyılda başarabildikleri kadar önemlidir.


Atatürk’ün döneminde, Atatürk’ün bu büyük mücadelesine katkıda

bulunacak ve destek verecek bir işçi sınıfı yoktu. Topraksız ve az topraklı yoksul köylülerin Atatürk’ün toprak mücadelesine de desteği söz konusu değildi.

Atatürk’ün yanındaki küçük bir kadroyla birlikte başardığı, yukarıdan aşağıya bir

devrimdir.


Günümüzde ülkemizde her açıdan çok gelişmiş, on yıllar boyunca sürdürülen

mücadelelerle çok büyük deneyim kazanmış, örgün eğitim düzeyi ve bilgiye

erişim olanakları çok artmış bir işçi sınıfımız var.


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de gelir getirici

bir işte çalışanlar içinde işçilerin ve memurların oranı yüzde 70’i aştı. Halbuki bu

oran 1955 yılında yalnızca yüzde 14 idi.


Türkiye’de yaşanan hızlı işçileşmenin bir nedeni, tarım sektörüne ilişkin

uygulamalardır. Örneğin, TEKEL’in İstanbul, İzmir, Adana, Malatya, Tokat, Bitlis

ve Samsun sigara fabrikalarının kapatılması ve ülkemizdeki sigara üretiminin

yabancı tekellerin eline geçmesiyle birlikte, sigara üretiminde Türk tütünü

yerine ithal tütüne geçildi. Resmi verilere göre, 1998 yılında 622.063 aile, küçük

ve kıraç bir tarlada tütün ekerek geçim sağlayabiliyordu. TEKEL fabrikalarının

kapatılması ve ithal tütüne yönelinmesi sonrasında, 2019 yılında tütün

üreticilerinin sayısı 50.040’a inmişti. Tütün üretiminin sona ermesiyle köylerde

geçinemeyen yaklaşık 570 bin ailenin büyük bölümü, kentlere göç ederek

işçileşti.


Et ve Balık Kurumu’nun, Süt Endüstrisi Kurumu’nun ve Yem Sanayi’nin

özelleştirilmesi ve hayvancılığa verilen desteğin büyük ölçüde ortadan

kalkmasıyla, hayvancılıkla geçim sağlamış on binlerce aile de kentlerin yolunu

tuttu ve işçi oldu.


Tarıma ilişkin diğer alanlarda da benzer sorunlar yaşandı ve yaşanıyor.

Özellikle son dönemde elektrik, gübre, tohum, tarım ilacı, doğalgaz, benzin ve

mazot fiyatlarının artmasıyla işçileşme daha da hızlandı.


Kentlerde de esnaf-sanatkar arasında benzer sorunlar ve işçileşme

gündemde. Büyük sermayenin perakende ticarete girmesiyle birlikte, bakkal,

manav, kasap, kırtasiyeci, vb. işleri yapanlar büyük sıkıntı yaşamaya başladı.

Esnafın, 8530 mağazası olan BİM, 7661 mağazası olan ŞOK ve 10.000 mağazası

olan A101 ile ve benzeri zincir mağazalarla rekabet edebilmesi mümkün

değildir. Bu koşullar, kentlerdeki esnaf-sanatkarları da yoksullaştırmakta,

işinden etmekte ve işçilik yapmaya zorlamaktadır.


2021 yılı sonunda Türkiye’deki ücretlilerin (işçi, memur, sözleşmeli personel)

sayısı 21 milyonu aşmış, sigortalı işçi sayısı ise 16,2 milyonu bulmuştu.

Ücretlilerin gelir getirici bir işte çalışanlara oranı, resmi verilere göre, 70,5 idi.

TÜİK verilerinde gözükmeyen bazı ücretliler de dikkate alındığında, Türkiye

tarihinde ilk kez işçi sınıfının böylesine gelişkin olduğu koşullarda giderek

derinleşen bir ekonomik krizin henüz başında olduğumuz görülmektedir.




İşçiler ve memurlar, diğer emekçi sınıf ve tabakalardan farklı bir toplumsal

kesimdir.


Köylülük büyük sorunlar yaşar, ancak topluca ve birlikte tepki gösterme

geleneği ve yeteneği yoktur. Küçük esnaf ve sanatkarlar da, giderek artan

sorunları karşısında genellikle tepkisizdirler. Bu kesimlerin tepkisi ancak

seçimlerde sandıkta ortaya çıkar.


İşçiler ve memurlar ise yaşadıkları sorunlar karşısında birlikte tepki verme

yetenek ve geleneğine sahiptir. Çok ihtiyatlı, gerçekçi, akıllı, tecrübeli olan bu

toplumsal sınıf, ancak çok mecbur kaldığında ve başarı şansını sezdiğinde

eylemli toplu tepkilere yönelir. Diğer bir deyişle, ciddi bir mutlak yoksullaşma ve

zayıf iktidar algısı ortaya çıktığında, kendiliğindenci sınıf hareketi gelişir. Çok

tecrübeli bir işçinin ifadesiyle, bizim işçimiz ancak oturduğu minder

tutuştuğunda ayağa kalkar. Ayağa kalkmasında diğer bir etmen de, ayağa

kalktığında başarı şansı olduğunu düşünmesidir.


Türkiye’de günümüzde giderek derinleşen bir ekonomik kriz yaşanıyor; ancak

bu krizin insanların gerçek gelirlerine veya hayat standartlarına yansıması henüz

ciddi bir mutlak yoksullaşmaya yol açmadı.


Net asgari ücret 1 Ocak 2022 tarihinde 2825 liradan 4253 liraya yükseltildi.

Deflatör olarak TÜİK tüketici fiyatları endeksi kullanılırsa, Ocak-Mart döneminde

bu ücretin satınalma gücü yüzde 18,6 oranında düştü.

Deflatör olarak Enflasyon Araştırma Grubu’nun (Enag) verileri kullanılırsa, net

asgari ücretteki kayıp yüzde 26,7 oldu.


Net asgari ücretteki bu mutlak düşüş, oturulan minderin tutuşmaya

başladığını gösteriyor. Ancak kitle hareketlerinin gelişmesi minderin iyice

yanmasına bağlı.


Yetkililerin yaptıkları açıklamalar, asgari ücretin yıl ortasında yeniden

belirlenme olasılığının çok düşük olduğunu gösteriyor. Asgari ücretin üstünde

ücret ve maaş alanlara zam yapılması açısından da benzer bir durum söz

konusu.


Asgari ücretin Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından artırılmasının

önkoşulu, seçimlerdir. Eğer asgari ücret yıl ortasında yeniden belirlenmezse,

ekonomik krizin derinleşerek sürdüğü ve enflasyon oranının artmayı sürdürüp

işçilerin ve memurların satınalma gücünün sürekli düştüğü koşullarda

yaşanacak ciddi mutlak yoksullaşma, işyerlerinde yaygın eylemleri gündeme

getirebilir. Güneş çarığı sıktıkça, çarık da ayağı sıkacaktır. 2022 yılının ikinci

yarısı, yoğun işçi ve memur eylemlerine gebe gibi gözükmektedir.

 
 
 

Comments


bottom of page