top of page

KIBRIS'IN DÜNÜ VE YARINI (Söyleşi)

  • Yazarın fotoğrafı: Kemalist Kıbrıs
    Kemalist Kıbrıs
  • 4 Oca 2022
  • 10 dakikada okunur

Kemalist Kıbrıs dergisi olarak, Kıbrıs'ın ve Kıbrıs Türkü'nün geçmişte yaşadıkları ve geleceğine ilişkin Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Sayın Ahmet Zeki Bulunç ile bir söyleşi gerçekleştirdik.


Söyleşiyi yapan: Ahmet Recep ALTINTAŞ (ODTÜ KKK ADT)


A.R.A - Merhabalar öncelikle. Bize bu söyleşi şansını lütfettiğiniz için çok teşekkür ederim.


A.Z.B- Rica ederim.


A.R.A- Söyleşimize başlamadan önce acaba kendiniz kısaca tanıtabilir misiniz?


5 Ağustos 1945 yılında Lefkoşa da doğdum. İlk ve orta öğretimimi Kıbrıs’ta tamamladım. Üniversite öğrenimi Türkiye’de yaptım. 1963 21 Aralığı'nda Kanlı Noel girişimi katliamlarının Kıbrıs’ta başlaması ile birlikte Kıbrıs’a döndüm. Bir süre orada 3 yıla yakın mücahit olarak görevimi yaptım ve sonra 1967 yılında tekrar üniversiteye girdim. 1971 yılında mezun oldum. 1973 yılında kamu görevine girdim ve bütçe kontrolörü sıfatıyla maliye üyesi olarak çalıştım. 1974 Barış Harekatı'na fiilen muharip olarak katıldım. Barış harekâtından sonra Başbakanlık Devlet Planlama Örgütünün Yardımcı Planlama Uzmanı göreve başladım. Başbakanlık'ta Devlet Planlama Örgütü müsteşarlığı yaparken, Ağustos 1999'da büyükelçi olarak Ankara'ya atandım. 5 yıl büyükelçilik görev yaptım ve 5 yıldan sonra emekli oldum. Aralık 2004'ten itibaren Başkent Üniversitesi'nde fiilen kadrolu olarak öğretim görevlisi statüsüyle çalışıyorum. Bu arada Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesi mütevelli heyeti başkanlığı yaptım. Aynı zamanda Lefke Avrupa Üniversitesi'nde yönetim kurulu ve mütevelli heyeti görevlerinde bulundum.


Evkaf dairesinde Kıbrıs’ta idare meclisi üyesi oldum ve bir süre orada görev yaptıktan sonra Kooperatif Merkez Bankası İdare Meclisi Başkanlık görevini yürüttüm ve şu anda Türkiye’de Kıbrıs Türk Kültür Derneği genel başkanlığını yapıyorum. Kısaca özgeçmişim budur.



A.R.A.- Bildiğiniz üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 38. kuruluş yıl dönümü yaklaşıyor. Neler hissediyorsunuz?


A.Z.B- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluşu bizim açımızdan 12 Temmuz 1878 tarihinde İngilizlerin adaya ayak basmasıyla başlayan Rumların Enosis mücadelesine karşı, Kıbrıs'ta Türklüğün var olması için başlatılan karşı-mücadelenin taçlandırıldığı en son noktadır. Bağımsız, egemen, özgür ve güvenlik içinde, anavatanın garantisinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini kurmamız bizim için son derece önemli bir aşamadır. Ve artık bu noktada Kıbrıs Türklerinin kendi özgür vatanlarında ve devletlerinde yaşama mücadelesini bu kez uluslararası tanıtma ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yaşatılması mücadelesinde bulunma heyecanını yaşıyorum.


Büyük mücadeleler veren Kıbrıs Türk halkına karşı çifte standart uygulanarak, halen daha Kıbrıs Türk halkını bir azınlık olarak gören Rum tarafına yama yapacak şekilde azınlık statüsüyle Kıbrıs’ı tamamen bir Rum Yunan adası getirecek bir mücadeleyi uluslararası alanda yürüten uluslararası güçlü devletler, aktörler Kıbrıs Türk halkına karşı ve insan hakları bağlamında ciddi ihlaller ve haksızlıklar yapmaktadırlar. Oysa bugün "Kıbrıs cumhuriyeti" olarak kabul ettikleri Rum yönetimi, "Kıbrıs Cumhuriyeti'ni silah zoruyla yıkan, Kıbrıs Türk Halkı'na bir soykırım planı uygulayan, Akritas Soykırım Planıyla adadaki Türkleri Girit örneğinde olduğu gibi yok etmeye çalışan bir anlayışın ürünüdür. Bunu dikkate almayan uluslararası toplum ve BM, Kıbrıs’ta katliamlar yapan, soykırım uygulayan, masum çocukları dahi hatta 10-12 günlük çocukları dahi katleden bir zihniyeti Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak kabul etmekte ve Türklere karşı ayrımcı bir çifte standart politikası uygulamaktadır. İşte bu noktada biz, Kıbrıs Türk halkının devletini tanıtma ve Türklere karşı uygulanan çifte standartlara son verilme mücadelesi sürdürmekteyiz. Bunun da heyecanı ve kararlılığı içindeyim. Çünkü devletimiz, bugün güçlü bir yapıda yaşamında devam etmektedir ve Rum yönetimine göre daha meşru, daha gerçekçi ve uluslararası kurallara uygun bir devlettir. Bugün dünyaya kendisini "Kıbrıs cumhuriyeti" olarak tanıtan Rum devleti, 1960 yılında antlaşmalara dayalı olarak kurulmuş olan devlet değildir ve Rumların planlı işgali altında olan bir yönetimdir.


A.R.A- Kıbrıs Türkü yıllarca acılar çekti. Varoluş mücadelesi verdi. Siz de bu mücadeleye tanıklık etmiş birisiniz. Kıbrıs Barış Harekatı başladığında da adadaydınız. Hareket haberini ilk öğrendiğinizde neler hissettiniz? Nasıl bir reaksiyon gösterdiniz?


A.Z.B- 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntasının Makarios'a karşı yapmış olduğu darbenin ilk haberini duyduğumuzda kesinlikle bir seferberlik ilan edileceğini düşünmüştük, odamızdaki arkadaşlarla bunun sohbetini yapmıştık. Çok kısa bir sohbetin sonunda daire müdürümüz kapıyı açarak bir onbaşı mücahitle yanımıza geldi. O zaman baba adı kullanıyorduk "Ahmet Zeki seferi kadro birliğine intihap" diye bana bilgi verdiği zaman hemen orada arkadaşlarımla vedalaşarak seferi kadro birimime, 30. Bölüğe göreve gittim. Orada 19 Temmuz gecesinde, 20 Temmuz'un arifesini yaşadığımız o gecede, Erbakan- Ecevit koalisyon hükümetinin bir müdahale girişimini mutlaka başlatacağı inancını duyuyorduk.


En azından ben duyuyordum ve onun heyecanını yaşıyordum. 20 Temmuz sabahının ilk ışıklarıyla birlikte silahları mevzilerimize sevk ettik. Tüm mücahitleri kendi mevziisine konuşlandırmıştık. Dolayısıyla sabah erken saatlerde bir noktada dinlenmek için yattığımız bölgeye giderken başlayan top sesleriyle birlikte yeni bir harekâtın başladığını anlamıştık. Ondan sonra Rumlarla çatışmaya başladık.

Sonra paraşütlerin inmesi bize başka bir coşku ve heyecan uyandırdı. Harekâtın kesin bir şekilde başladığını anladık. Bu çerçevede de mücadelemizi Barış Harekatı'mızın sonuna kadar devam ettirdik. Ateşkesten sonra Cenevre’de yapılan konferans sırasında "acaba harekat yarıda kalır mı" endişesi yaşadık . Ancak "Ayşe tatile çıksın" sloganıyla harekatın devamı 14 Ağustos günü başladı ve 3 gün sonra ateşkes ilan edildi. Ateşkes ilan edildiğinde bugünkü sınırlar çizilmişti ve artık ayrı sınırları olan bir vatanın içinde olduğumuz duygusunu yaşadık. Tek kaygımız o dönemde güneyde kalmış vatandaşlarımızın kuzeye geçirilip geçirilemeyeceği konusunda idi. Fakat, 1975'te iki taraf arasında yapılan nüfus mübadelesiyle güneydeki Türkler, BM denetiminde ve gözetiminde kuzeye göç ettiler. Aynı şekilde kuzeydeki Rumlar da güneye geçti ve böylece iki halk, iki ayrı bölgeye ayrılmış oldu. Bu ayrılmadan sonra, kuzeyde yani Türk tarafında güçlü bir devlet inşası için çalışmalar başladı. O süreci yaşamanın bizde yarattığı duygu ve heyecan bağımsız özgür bir halk olarak geleceğimizden emin şekilde yaşamımızı sürdürebilmek kararlılığını ve inancını uyandırdı ve o inanç bugüne kadar geldi.


A.R.A- Emekli bir diplomat ve Kıbrıs sorunu üzerine birçok çalışması yayımlanmış bir kişi olarak Uluslararası kamuoyunun Kıbrıs sorununa bakışı hakkındaki görüşleriniz nelerdir?


A.Z.B- Uluslararası kamuoyunu genel olarak değerlendirecek olursak Kıbrıs’taki gerçekleri bilmeden ve sadece egemen, emperyalist devletlerin uluslararası alanda sürdürdükleri politikalar çerçevesinde ve Rum- Yunan ikilisinin başta AB, Yunanistan, İngiltere, ABD, Rusya ve Fransa gibi uluslararası alanda BM güvenlik konseyinde üyeleri olmalarına rağmen gerçekte insan haklarını düşünmeden ve sadece Rum-Yunan yanlısı bir tutumla Kıbrıs’ta Türklerin azınlık statüsünde olacağı yeni bir devletin federasyon adı altında kurularak Kıbrıs Türklerini, Rum tarafının hegemonyası altına alma niyetindedirler. Bu gerçekleri dikkate aldığımızda bu politikanın ürünü olarak dünya kamuoyu Rum-Yunan tezlerini desteklemeye devam etmektedir. Dolayısıyla Kıbrıs gerçeklerini bilmeyen dünya kamuoyu, Türkiye üzerine siyasal baskılar kurmakta ve Kıbrıs Türk halkını ambargolar altında teslim olmaya zorlamaktadır. İşte bu politika, uluslararası alanda emperyalist devletler tarafından maalesef sürdürülmektedir.


A.R.A- Bildiğiniz üzere bundan yaklaşık 15 yıl önce Kıbrıs, Annan Planı süreci yaşadı. Yapılan halk oylamasında Türk tarafından %65 evet, Rum tarafından %75 oranında hayır çıktı. Sizce o plan iki taraf tarafından da kabul edilseydi? Kıbrıs'ın geleceği nasıl olurdu? Kıbrıs Türk halkı zarar görür müydü? Yoksa daha büyük avantajlar mı elde ederdi?


A.Z.B- Annan Planı meclis şekliyle iki tarafça kabul edilmiş olsaydı, o zaman adı Kıbrıs Federal Devleti şeklinde oluşacak yeni devlet oluşacaktı ama bu devlette bizim Zürih ve Londra anlaşmasıyla ve Lefkoşa’daki kuruluş anlaşması ve diğer anlaşmalarla birlikte elde ettiğimiz hak ve statülerimiz ortadan kalkacaktı. Rumlarla eşit bir halk olma sıfatımızı kaybedecektik. Rumların egemen, Türkler'in azınlık olduğu bir statü dağılımında adı federasyon olan fakat üniter bir yapı içinde gerçek bir federasyondan çok Rum egemenliği altında olan bir ada gündeme gelecekti.


İşte o zaman Kıbrıs Türk halkının bütün özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik hakları ortadan kalkacak ve bu arada Türkiye’nin Londra, Zürih anlaşmaları bilhassa garanti ittifak anlaşmalarıyla Kıbrıs üzerinde elde ettiği hak ve statüler hukuksal olarak ortadan kalkmış olacaktı ve bugün Kıbrıs adası tam bir Helen adası halinde olacaktı. Annan planıyla Türkler hiçbir zaman kendi lehine ve daha refah bir ortamda olmayacaktı. Aslında Yunanistan’daki azınlık olan Batı Trakya Türklerinden çok daha olumsuz koşullarda olan bir cemaat olarak mahkum edilmek istenecek şekilde bir çerçeve çizilmişti Annan planında. Fakat Rumlar daha çok alacakları düşüncesiyle Avrupa Birliğine 1 Mayıs 2004’de üye olacaklarını dikkate alarak "Evet" yerine "Hayır" demişlerdir. Hayır demeleriyle birlikte bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığını doğuran gerekçelerin devam ettiği bir koşul oluşmuştur ama maalesef sıcağı sıcağına bu koşulları değerlendirmek suretiyle bağımsız egemen bir devlet olarak uluslararası alandan tanınmayı gündemine getirecek bir mücadele sürdürme gerekliliğini yerine getiremedik. Türkiye’yle birlikte Kıbrıs'ta iki bağımsız egemen devlet modeli dışında başka hiçbir anlaşma modelini kabul etmeyeceğine dair kesin tavrını koyarak bu mücadeleyi vermemiz gerekirdi. Maalesef o dönem kaçırılmıştır, kaybedilmiştir.


A.R.A- Sizce KKTC 38 sene boyunca neleri başardı? Neleri başaramadı?


A.Z.B- Öncelikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti anayasal bir devlet yapısı içinde çağdaş hukuk düzeniyle çağdaş koşullarıyla var olan meşru bir devlet olma statülüsünü başarmıştır. Kimse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin meşru bir devlet olmadığını iddia edemez. Devletler arası hukuk, Kıbrıs’taki iç hukuk ve Kıbrıs’taki Türk halkının çağdaş yaşam biçimi ve siyasi kültürünü dikkate aldığımızda bunların tersini kimse iddia etmez. Yani kısacası çağdaş bir devletin anayasal hukuk düzeni içinde bazı sorunlarımız olmakla birlikte yaşayabilecek bir statüyü kazandırmıştır. Bu bir başarıdır. Başaramadığımız şeyler öncelikle Kıbrıs’ta siyaset kurumuna olan güven zedelenmiştir ve Kıbrıs’ta ortak mücadele dönemindeki anlayışlar etkin bir şekilde gerçekleştirilememektedir. Bir de toplumun bir kısmının ille de bir anlaşma olursa olsun da nasıl olursa olsun anlayışına zorlanacak koşullar yaratılmaya çalışılmaktadır ancak Kıbrıs Türk halkı şu ana kadar bağımsız, egemen devletini yaşatmak kararlılığını ortaya koymaktadır. Bu kararlılığı da Kıbrıs Türk halkının Türklük bilincine ve Kıbrıs’ta Rumlardan ayrı bir halk olarak ayrı bir devletin egemen devletin halkı olarak yaşayabileceğinin bilinci Kıbrıs Türk halkı tarafından gerçekleştirilmiştir ve bu da bir başarıdır. Bütün olumsuzluklara rağmen ekonomik başarımız belli düzeyde gitmiştir ama istenen ekonomik yapıya gelinmemiştir. Tarım altyapısı güçlendirilmemiştir, kurumsal düzeyde birtakım ekonomik kurumların iyi işleyebileceği bir yapı gerçekleştirilememiştir. Bunlarda maalesef başarısızlık olarak haneye yazılacak olumsuzluklardır.


Ama üniversiteler konusunda Rum tarafından daha önce ve daha örgütlü bir şekilde ciddi bir üniversite hareketi gelişmiştir. Bugün, bazı ekonomik yapıların oluşmaması Kıbrıs Türk Halkı için birtakım olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla bunlarında ortadan kaldırılmasını sağlayacak bir ekonomik yapı, sosyal yapı, kültürel yapı ve siyasal, diplomatik uluslararası alanda varlığını güçlendirecek bir yapının oluşturulmasının gereği vardır.


Ondan sonra ise 2004'ten sonra 2017 yılına kadar süren bir müzakere süreci yaşandı ve "sürekli bir federasyona gidecekmişiz, Rumlarla birleşecekmişiz" görüntüsü uluslararası arenaya verilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak uluslararası alanda tanınmasının gündemini yaratacak koşullar maalesef oluşturulmamıştır.


Dolayısıyla bu süreçte Kıbrıs Türk Halkının kazanabileceği uluslararası destekler kazanılamamıştır. Ancak 2017 yılında Annan Planı'nın gerisinde de birtakım düzenlemelerin Türk tarafınca kabul edilmesine karşın, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin "sıfır asker" isteği sebebiyle müzakereler kesilmiştir. Crans-Montana görüşmelerinin başarısızlıkla sonlanmasından sonra 2019 Eylül'ü itibariyle Kıbrıs meselesinde yeni bir süreç başladı. Ancak şu an, bu yeni süreç ve politika, etkin bir şekilde uluslararası düzeyde bir program ve stratejiyle bütünleştirilerek sürdürülememektedir. Artık geldiğimiz noktada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bağımsız, egemen bir devlet gerçeğini dikkate alarak uluslararası alanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin mutlaka tanınmasını sağlayacak bir politika izlenmelidir.


A.R.A- Doğu Akdeniz sorunu ve Mavi Vatan konusu bu dönemde oldukça gündemde olan konular? Sizin Doğu Akdeniz sorunu ve Mavi Vatan hakkındaki düşüncelerinizi kısaca öğrenebilir miyiz? KKTC ve Türkiye bu konular hakkında nasıl bir yol izlemeli?


A.Z.B- Doğu Akdeniz konusu ve buna bağlantılı olarak Mavi Vatan'ının gündeme getirilmesi ve Doğu Akdeniz'de bundan üç dört ay öncesine kadar yani Nisan sonuna kadar diyelim, sürdürülen politikanın oldukça doğru ve güçlü bir istikamette gittiğini belirtebiliriz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin dar bir alana hapsedilmesini önleyecek önemli bir strateji ve jeopolitik bir duruştur. son derece doğru bir duruştur. Ancak bugünkü yapısı ile AB’nin baskıları ABD’nin baskıları diyerek "Yunanistan’la yakınlaşma istikşafi görüşmeler" adı altında Doğu Akdeniz'de Yunanistan’a fazladan hak tanıyabilecek girişimlerin engellenmesi ve bu tür girişimlere karşı mücadele sürdürülmesi gerekmektedir. Bir an önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle Türkiye arasında Türk Mavi Vatanını birleştirecek bir ekonomik bölge anlaşması yapılması gerekir. Dolayısıyla bir an önce biz o alanda ortak bir deniz ekonomik bölge kurmalıyız. Nasıl ki Libya’yla deniz yetki alanları açısından anlaşma yapmışsa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında ekonomik bölge anlaşmasının mutlaka yapılması lazım. Dolayısıyla Mavi Vatan mutlaka yaşatılmalı, deniz yetki alanları üzerinden herhangi bir şekilde en büyük kıyıya sahip olan Türkiye’nin tavize zorlanmaması, tavizi kabul etmemesi gerekir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kıyı şeridini dikkate aldığımızda, Güney Kıbrıs Yönetimi'nin Doğu Akdeniz’de Baf açıklarında var olan bir alanı vardır. Dolayısıyla Rumların ideal olarak iddia ettikleri Sevile üniversitesinin haritası olarak bilinen Sevile haritası olarak adlandırılan haritadaki hedeflerinin asla gerçekleştirilmemesini sağlayacak politikaların devam ettirilmesi gerekir. Libya Anlaşması, Seville Haritasındaki Rum planının büyük ölçüde önüne geçmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında imzalanmış olan kıta sahalığı anlaşması da planın önüne geçilmesinin önemli bir parçasıdır ama bu noktada eksik olan şey, ekonomik bölgenin ilan edilmemesidir.


A.R.A.- Yine emekli bir diplomat olarak sizce Türkiye, Kıbrıs sorununda nasıl bir yol izlemeli ve nasıl bir politika geliştirmeli? Türkiye ve KKTC'nin iki devletli çözüm önerisi uluslararası kamuoyuna nasıl kabul ettirilebilir? Bunun için neler yapılmalı?


A.Z.B- Öncelikle az önce ifade ettiğim gibi 2019 yılının 21-22 Eylül tarihleri arasında Türkiye Barolar Birliği'nin düzenlediği "Kıbrıs’ta Son Söz" panelinde resmen açıklanmış olan ve daha sonraki süreçlerde hem Cumhurbaşkanı tarafından hem de Dışişleri Bakanı tarafından açıkça belirtilen, Kıbrıs’ta iki egemen halkın varlığı temelinde Kıbrıs koşullarına uygun bir anlaşmayla artık Kıbrıs’ta bir uzlaşma sağlanabileceği yönündeki açıklamaların, uygulamalarla paralellik sağlayabileceği bir yaklaşım ve politika benimsenmelidir. Kıbrıs’taki gerçekler nedir diye baktığımız zaman çok özet bir şekilde Kıbrıs’ta bir kere iki egemen halk vardır.



Bu iki egemen halkın kurduğu iki tane egemen ve bağımsız devlet vardır. Ayrıca Kıbrıs üzerinde içte kurulmuş olan iki devletin varlığı temelindeki dengeler ve ayrıca Türkiye’nin bölgedeki varlığı ile Kıbrıs’ta tanıdığı hak ve statülerle Yunanistan’la Doğu Akdeniz’de ve Güney Kıbrıs yönetiminin varlığı temelindeki iki devletli yapıyı dikkate aldığımızda Lozan Barış anlaşmasında Yunan- Türkiye daha doğrusu Lozan dengesi denen dengenin Kıbrıs’a Doğu Akdeniz’e yansımış olan halinin mutlaka korunması gerekir. Bunlar Kıbrıs’taki gerçeklerdir. Kıbrıs’ta bu gerçekler temelinden ancak bir anlaşma olabilir.O zaman ne yapılması gerekir? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti artık çok net kesin bir şekilde varlığı kabul edilmelidir. İki egemen devlet temelinde bir anlaşmanın ilkesel olarak gündeme getirildikten sonra masaya oturulmasının mutlaka sağlanması lazım ve uluslararası alanda yakın dost olarak bilinen devletler birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınmasını sağlayacak bir strateji ve politikayla sürdürülmesi gerektiğini söylemek gerekir. Bunu yaparken de aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk halkının oradaki ekonomik sosyal ve siyasi dengelerin güçlendirilerek Türkiye ile ekonomik bütünlük içinde uluslararası alanda varlığını sürdürebileceği bir ekonomik ilişkiler ağını da geliştirmesi lazım. Bunun için Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında birtakım ticaret modelleri ile serbest ticaret anlaşmalarından başlayarak ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi ve yeni bir kalkınma stratejisinin ve yeni bir Kıbrıs politikasının oluşturulması gerekir.


A.R.A - Siz aynı zamanda Kıbrıs Türk Kültür Derneği'nin genel başkanlık görevini yürütüyorsunuz. Derneğinizin çalışmalarıyla ilgili kısaca bilgi verebilir misiniz?


A.Z.B- Derneğimiz "kültür derneği" sıfatını taşımakla birlikte bugünlerde pandemi dolayısıyla bir durgunluk dönemi yaşadık ve bu durgunluk döneminden yavaş yavaş çıkıyoruz. Artık genel kurullarımızı da yapmaya başladık. Kıbrıs konusundaki gelişmeleri yakından izleyerek gerekli politikaların oluşturulması, kamuoyunun bilinçlendirilmesi uluslararası basında yansıyacak olan açıklamaların yapılması ve milli dava olarak benimsenmiş kabul edilmiş, milli davamız Kıbrıs’ın mutlaka daha geniş kitlelere yayılmasını sağlayacak girişimlerde bulunuyoruz. Bu çerçevede bazı seminerler ve paneller düzenlerken, televizyonlarda ve çeşitli platformlarda faaliyet gösteriyoruz. Amacımız, Kıbrıs Türklerinin buradaki varlığını daha güçlü bir konuma getirecek Türkiye’deki pozisyonlarını ve kamuoyunu oluşturmasına katkı yapacak bir anlayışı hakim kılmaktır.


A.R.A-Son olarak Kıbrıs davası konusunda Türk gençlerine tavsiyeniz nelerdir?


A.Z.B- Kesinlikle Kıbrıs konusunda Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesini dikkate aldığımızda genç kardeşlerimizin Atatürk’ün Türk gençliğine verdiği görevin aynen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs’taki Türk varlığı için de geçerli olduğunu görmesi ve mutlaka Kıbrıs gerçeğini, Kıbrıs’ta yaşananları çok iyi net bilimsel akademik çalışmalarla öğrenmeleri ve Türkiye de Türkiye’nin geleceği ile ilgili sürdürdükleri çalışmaları, yaptıkları mücadeleleri aynen Kıbrıs Türkleri için de Kıbrıs’taki milli davamız için de sürdürmeleri gerekmektedir. Çünkü Kıbrıs, Türkiye’nin tabiri caizse can damarıdır. Dolayısıyla Kıbrıs mücadelesine Kıbrıs’taki varlığımıza, devletimize sahip çıkacak ve Kıbrıs Türkleriyle sürekli bir iletişim içinde olacak bir anlayışı her platformda sürdürmek zorundayız. Gençlerimiz de kanımca bu sorumluluk içindedir. Ve çeşitli etkilerle siz biz ayrımını yapmadan bir milli davanın kenetlenmiş tarafları olarak Türkiye’deki gençlik ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Kıbrıs Türk gençliğinin tek bir yürek gibi çarpmasını sağlayacak bir anlayışını yaratacak, bu duyguların daha da güçlenmesini sağlayacak bir mücadele yaratmamız gerekmektedir. Bu noktadaki mesajımız Türklük bir bütündür Kıbrıs Türkü'yle ve Türkiye’deki Türk varlığı birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Çünkü, Kıbrıs Türk halkı 1571'de Anadolu’dan oraya göç ettirilmiş bir halktır. 1974'ten sonra gelen sonra adaya gelen vatandaşlarımız da vardır ve bugün Kıbrıs’ta bir Türklük mücadelesi var olma mücadelesi şeklinde uluslararası siyasi platformlarda sürdürülmektedir. 1974 öncesi var olma mücadelesi bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin uluslararası alanda varlığını kökleştirmek sürdürmek mücadelesine dönüşmüştür ve bu mücadeleyi asla başıboş bırakmamak ve sahiplenip bu mücadeleyi sürdürmek gereği vardır.











 
 
 

Yorumlar


bottom of page